Etiketler

26 Mayıs 2017 Cuma

Mary Doria Russell - Serçe

Yazar: Mary Doria Russell
Kitap: Serçe
Orijinal Adı: The Sparrow ( The Sparrow #1)
Çeviren: Emil Keyder
Yayınevi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 2003
Sayfa Sayısı: 416
Puanım: ★★★★★★★★★★

Serçe, aldığı ödülleri sonuna kadar hak eden, bittiğinde 'niye okudum ki' den çok 'iyi ki okumuşum' dedirten, içeriği dolu dolu, altı sağlam bir bilim-kurgu kitabı. Din temasını edebiyat eserlerinde görmek genelde kitaba biraz uzak durmama neden olsa da, bu kitapta bir çok dinden bahsedilip ateist ve agnostik bakış açılarına da yer verilmesi hoşuma gitti. Dinden başka, dil temasının da bir bilim-kurgu kitabı içerisinde bu kadar yoğun kullanılmasının kitaba ayrı bir derinlik kattığı görüşündeyim.

Kitabın en başında, yazar hikayenin sonunun nasıl bittiğini okuyucuya söylüyor ama olayların nasıl geliştiği muamması kitap boyunca devam ediyor. İşte bu gizem ve gerilim kitabın başarılı olmasının temel unsurlarından. Bunun yanında, yazarın karakterlerini sevdirebilme yeteneği de Serçe'yi bağrıma basmamdaki bir diğer etken. Baş karakter Emilio Sandoz ve diğer bütün yan karakterlerin samimi ve gerçekçi porteleri, çıkmazları ve dostlukları kitabı daha da güçlendirmiş. Zaman zaman, yan karakterlerden bazılarının ana karakterden rol çalması hoşunuza gider oluyor ve onlara o kadar alışıp seviyorsunuz ki, o bölümler ve diyaloglar hiç bitmesin istiyorsunuz.

Yazar bilimin yanı sıra psikoloji, antropoloji ve sosyoloji gibi bilim dallarını da epey araştırmış ve sonunda ortaya Serçe gibi çok yönlü bir kitap çıkarmış. Kitapta hem ruhani bir arayış, hem Tanrı'ya ve insana duyulan bir aşk öyküsü, hem uzaylı bir ırkla yaşanılan bir ilk temas, hem de farklı bir dünyadaki yaşam 2019 ve 2060 olarak iki farklı zaman diliminde anlatılıyor. İki zaman diliminin kullanılması en başta hafif bir kafa karışıklığına yol açsa da, kitabın bütününde hikayenin akıcılığını artırmış. Bu tarz kitaplarda genelde bir zaman dilimi daha heyecanlı geçer, diğeri daha sönük kalır, fakat Serçe'de her ikisi de aynı tempoyu sürdürmeyi başarıyor.

Metis Yayınları'nın bir güzellik yapıp ikinci kitabı basmasıyla, Rakhat gezegenine bir daha gidebileceğim ve Emilio Sandoz karakteriyle tekrar vakit geçirebileceğim için şahsen çok mutluyum. Hazır ikinci kitap da basılmışken, okumamış olan bilim-kurgu hayranlarına Serçe'yi kesinlikle tavsiye ediyorum.

David Eddings - Kehanetin Oyuncağı


Yazar: David Eddings
Kitap: Kehanetin Oyuncağı (Belgariad #1)
Orijinal Adı: Pawn of Prophecy
Çeviren: Bülent Somay
Yayınevi: Metis Yayınları
Basım Yılı: 1999
Sayfa Sayısı: 249
Puanım: ★★★★★★★☆☆

Bence epik-fantazi türündeki birçok seri kitabin en büyük dezavantajı Yüzüklerin Efendisi gibi kült bir seriden sonra yazılmaları. Yüzüklerin Efendisi'ndeki hikaye ve karakterler ve yaratılan Orta Dünya öyle bir şablon oluşturdu ve insanların kafasına o kadar işledi ki, sonradan basılan seri kitaplar ister istemez hep bu seri ile aynı kefeye konulmaya başlandı. Epik-fantazi türünün de mevcut bazı özelliklerinden dolayı, benzerlikler bu türdeki her kitapta karşımıza çıkıyor. Belgariad serisinin ilk kitabı olan Kehanetin Oyuncağı için de durum aynı. Yine iyi ile kötünün savaşına tanıklık ettiğimiz bu kitapta, Frodo'nun yerine Garion'u, Gandalf'ın yerine Belgarath'ı, Sauron'un yerine Torak'ı, Nazgulların yerine de Murgoları koyduğumuzda, Orta Dünya'yı da Angarak ile değiştirdiğimizde işlem tamam oluyor (en azından ilk kitap için durum böyle).

Adı üstünde türün ismi epik-fantazi, bu yüzden illa ki bir 'seçilmiş kişi' senaryosu, genç ve saf bir karakterin büyüme ve olgunlaşma hikayesi ve çevresinde onu koruyup kollayan ve genelde büyücülükle ve kılıç işleriyle uğraşan değişik ırklardan yoldaşları ve arkadaşları oluyor.

Fakat yine de, tüm bu benzerliklere karşın, Kehanetin Oyuncağı her epik-fantazide olduğu gibi okuyucusuna yeni bir dünyanın kapılarını aralama ve farklı bir yolculuğa çıkma imkanı sağlıyor. Ayrıca, ilk kitaplar her zaman için karakterleri tanıtan ve bize onların geldikleri yeri ve geçmişlerini gösteren 
bir giriş kitabı özelliği taşıdığı için, devam kitapları için de seriye bir şans verilmesi gerektiğine inanıyorum. Anlatımın ve hikayenin basitliği nedeniyle bu serinin daha çok genç-yetişkin bir kesime hitap ettiği görüşündeyim, ama bu durum yetişkinler için de çekici bir etmen haline gelebilir. Bunun yanında, fantazi türünde çok kitap okuyup Belgariad serisini hiç okumamış olanların bu kitaptan sıkılacağını düşünüyorum. 

Bir de 1999 yılınının basımına ait yukarıda gördüğünüz çocuksu kapak çok şükür Metis Yayınları'nın yeni basımında değiştirildi ve kitap sonunda hak ettiği daha sade ve şık bir kapağa kavuştu. Buna paralel olarak, zamanında 5-7TL'ye bulabildiğimiz sarı etiketli serinin fiyatları yeni basımdan dolayı ne yazık ki tekrar yukarı çekildi. Kitaplara çok para bayılmak istemeyeler eski basımlara sahaflardan ulaşabilirler.

Ian McEwan - Çocuk Yasası

Yazar: Ian McEwan
Kitap: Çocuk Yasası
Orijinal Adı: The Children Act
Çeviren: Roza Hakmen
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 152
Puanım: ★★★★★★★★☆☆

Ünlü ve başarılı bir hakim olan Fiona ile lösemi hastası olan Adam'ın yolları Fiona'nın baktığı bir davada kesişir. Bir tarafta eşiyle yaşadığı çalkantılı evlilik nedeniyle önemli bir kararın eşiğinde olan Fiona, diğer tarafta dini görüşlerine ters olduğu gerekçesiyle kan naklini reddeden Adam ve yine baktığı davanın hakimi olarak Adam'ın hayatını etkileyecek olan Fiona.

Çocuk Yasası, hayatımızda yaptığımız seçimler üzerine insanı düşünmeye sevk eden; din, evlilik ve etik gibi konuları sorgulamamıza neden olan başarılı bir kitap. Bu kısacık kitabı beğenmeme neden olan özellikleri düşündüm ve ortaya şunlar çıktı:

-İlk sayfalardan itibaren okuyucuyu içine alan kıvrak bir üslup,
-Gereksiz diyaloglardan ve okuyucu sıkan paragraflardan arındırılmış özlü bir anlatım,
-Karakter çalışmasının ve gelişiminin iyi yapılmış olması,
-Güçlü bir kadın karakter,
-Konunun ilgi çekici ve sıradışı olması,
-Gereksiz duygusallığa yer vermemiş olması,
-Kurgu olmasına karşın bahsedilen hukuki durumların iyi araştırılmış olması,
-Roza Hakmen'in yetkin çevirisi.

Kısacası, Çocuk Yasası beğenerek okuduğum bir kitap oldu. Ian McEwan'la iyi bir tanışma kitabı olur mu bilemem ama yazarın anlatım ve üslubunu çok beğendiğimi söyleyebilirim.

29 Eylül 2016 Perşembe

Ransom Riggs - Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları

Yazar: Ransom Riggs
Kitap: Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları
Orijinal Adı: Miss Peregrine's Home for Peculiar Children
Çeviren: Aslı Dağlı
Yayınevi: İthaki Yayınları
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 399
Puanım: ★★★★★☆☆☆☆☆

Geçen senenin pek popüler kitabı Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları kitabını, kitabevine her gidişimde elime alıp alıp sürekli olarak bıraktım. Nedeni, kapağındaki ve içindeki resimlerin çok itici gelmesiydi. Korku türündeki kitapları sevmekle birlikte, kapak resmi korku çağrışımı da yapmamıştı bende, sevimsiz ve itici gelmşti. Zaten Rick Riordan ve John Green gibi yazarların arka kapakta yazan yorumları da kitabın bu türde olmadığının bir kanıtıydı, öyle olsaydı Dean Koontz, Stephen King gibi isimler görmem gerekirdi. Kitaba karşı olan bu anlaşılmaz uzak tutumum Tim Burton'un kitabı filme uyarlayacağını duymamla bir nebze değişti. Tim Burton filmini çekiyorsa bu kitap fena değildir belki de, diye kafamdan düşünceler geçerken filmin fragmanını izlememle ve filmde Eva Green'in oynadığını görmemle birlikte bu kitabı filmden önce okumam lazım dedim. Ve işte ilk kitabı bitirmiş ve kitapla ilgili yorumlarımı yazmaya hazır bulunuyorum.

Kitabın sıradan kahramanı Jacob, büyükbabası Abraham'ın kendisine anlattığı sıradışı hikayelerle büyümüş bir çocuktur. Büyükbabasının kendi çocukluğuyla ilgili anlattığı hikayelerde Galler'de bulunan büyülü bir adadaki yetimhanede bulunan tuhaf çocukların ve buranın yaşlı bir kuş tarafından korunduğunun bahsi geçmektedir. Yaşı ilerleyen Jacob zaman içinde bu hikayeleri gerçekçi bulmayarak büyükbabasına ve onun hikayelerine olan inancını kaybetmeye başlar. Bir gün büyükbabasından gelen bir telefon ve onun ani ölümüyle derinden sarsılan Jacob yaşadığı derin üzüntüyü büyükbabasının büyüdüğü yer olan Cairnholm Adası'na gitmekte bulur. Buraya gidecek ve büyükbabasının geçmişini araştırarak onun hayat hikayesinin ardındaki gerçeği ortaya çıkaracaktır.

Üçlemenin bu ilk kitabı işte bu hikayeyle başlayarak okuru ilk sayfalarından itibaren içine alan akıcı bir anlatıma sahip. Hikayedeki gizemin kitabın ortalarında açığa çıkmasıyla birlikte kitap biraz sönükleşiyor ve sonlara doğru aksiyon filmi tadında devam ediyor. Kurgu da aynı şekilde kitabın başında güzel kurulurken sonradan sendelemeye başlıyor. Kitabın içine serpiştirilmiş vintage fotoğraflar bana biraz gereksiz ve sınırlayıcı geldi. Nasıl ki filmi izlendikten sonra okunan kitaptan zevk alınmıyorsa ve okuyucunun hayali film karakterleriyle sınırlanıyorsa, burada da aynı şey fotoğraflarla yapılmış bence. Bakmadan geçemediğiniz için o fotoğraflardaki görüntüler zihninizin bir kenarına kazınıyor. -Sadece film fragmanını izlemekle bile Bayan Peregrine=Eva Green olabiliyor, o yüzden filme dair hiçbir şey izlemeden kitabı okumanızı tavsiye ederim.- Fotoğraflarla ilgili bir başka durumsa sanki sırf bazı fotoğraflar kitaba eklendiği için yazar belli detayları yazmış gibi, yani o fotoğraflar kitapta yer almasa, o gereksiz detaylar hiç yazılmayacakmış gibi. Zaten yazarın da kitap yazma gibi bir fikri yokmuş bu kitaba başlamadan önce. Fotoğraf koleksiyonculuğu yapan yazar, toparladığı fotoğraflardan oluşan resimli bir kitap yayınlamak istiyormuş. Editörünün tavsiyesi üzerine bu fotoğraflarla ilgili bir hikaye yazmaya başlamış. Sonuçta da ortaya Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları üçlemesi çıkmış.

Kitap aslında birçok şeye benziyor. Okurken ister istemez aklıma X-Men ve Harry Potter geldi; özellikle kitabın hikayesi ve karakterler X-Men ile birçok parallelik gösteriyor. Profesör X yerine burada Bayan Peregrine, mutant çocuklar yerine de tuhaf güçleri olan çocuklar yer alıyor. Kitapta, X-Men'de olduğu gibi toplumdan dışlanmış, değişik güçlere sahip bir grup çocuk yer alıyor ve bunlar insanlardan uzakta bulunan büyük bir evde kalıyor. Kısacası, iki eser arasında birden çok can sıkıcı benzerlik bulunmakta, bu nedenle hikayenin çok orijinal olmadığını söylersem sanırım yanılmış olmam. Eğer fantastik türündeki kitaplardan hoşlanıyorsanız, fazla bir beklenti içinde bulunmadan keyifli vakit geçirerek okuyabilirsiniz bu kitabı ama orijinallik arayışındaysanız hayal kırıklığı yaratacaktır. Filme yönelmenizi tavsiye ederim.

17 Ocak 2015 Cumartesi

Juan Rulfo - Pedro Paramo

Yazar: Juan Rulfo
Kitap: Pedro Paramo
Orijinal Adı: Pedro Páramo
Çeviren: Tomris Uyar
Yayınevi: Can Yayınları
Basım Yılı: 1983
Sayfa Sayısı: 118
Puanım: ★★★★★★☆☆☆☆

Ankara-İstanbul arası otobüs yolculuğum sırasında okuduğum bu kitabı sevmedim, sevemedim ve beğenemediğim için de kendimden utandım açıkçası. Suçu çeviriye atmak istiyorum ama Tomris Uyar'ın adı daha kapak sayfasından göz kırpıyor, o yüzden bu mazereti bir kenara bırakarak "sanırım okumak için uygun bir zaman değildi" demek istiyorum.

Meksika edebiyatı denince akla ilk gelen isimlerden biri olan Juan Rulfo, Marquez'in en önemli ilham kaynaklarından biri. Marquez'in deyimiyle ilk dört kitabını yazmasının ardından tıkanan yolunu açan ve başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık'ı ortaya koyabilmesini sağlayan kitap Pedro Paramo. Söylenenlere göre Marquez, Pedro Paramo'yu o kadar çok sevmiş ki, kitabı defalarca kez okuyarak, kitabın sayısız yerini ezberden okuyabilir bir hale gelmiş ve gittiği  yerlerde de bu sevgisini birçok kez sergilemiş. Yüzyıllık Yalnızlık kitabını da okumuş biri olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, eğer Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık kitabını okuduysanız ve sevdiyseniz, Pedro Paramo'yu da büyük bir ihtimalle beğeneceksiniz çünkü her iki kitap da karakterler, konu, mekan ve keşfedemediğim daha birçok özellik bakımından birbirini andırmakta.

Juan Rulfo, Carlos Fuentes ve Gabriel Garcia Marquez ile birlikte büyülü gerçekçilik akımının Latin Amerika'daki ilk temsilcilerinden, dolayısıyla aynı coğrafyanın bu üç ünlü yazarının kitapları arasında da çok sayıda benzerlik bulunmakta, özellikle de Pedro Paramo ve Yüzyıllık Yalnızlık arasında. Kitapta Juan Preciado adlı karakterin, annesinin ölümünün ardından, onun vasiyeti üzerine, babasını bulmak amacıyla annesinin köyü Comala'ya gitmesi anlatılıyor. Roman boyunca, Preciado'nun ve köydekilerin gözünden annesinin, babasının ve köylülerin, hayaletler eşliğinde, iç içe geçmiş hikayelerini dinliyoruz. Ancak hikaye anlatıcıları o kadar gerçek ki, bu dünyadan ya da diğer dünyadan olup olmadıkları pek anlaşılamıyor. Büyülü gerçekçiliğin başarısı bu olsa gerek. 

Ben Latin Amerika edebiyatına ısınamadığım için, kitabı da pek sevemedim doğrusu. İnternette bu kadar olumlu yorumu dolanırken, kitabı sevemediğim için kendimi sorguladım ama olmayınca olmuyor işte. Fakat, Pedro Paramo ileride kesinlikle tekrar okuyacağım ve bir şans daha vereceğim bir kitap olacak. Dediğim gibi Marquez ve Yüzyıllık Yalnızlık severler mutlaka seveceklerdir bu kitabı.

Beğendiğim Alıntılar:

"Cennetin ne kadar uzak olduğunu biliyorum, ancak kestirme yollar da var." (s. 12)

"Tanrı'nın izniyle ölürsün ama kendi istediğin zaman, onun tasarladığı saatte değil. Ya da ona istediğin bir zamanı tasarlatırsın." (s. 12)

Sevgi Soysal - Tante Rosa

Yazar: Sevgi Soysal
Kitap: Tante Rosa
Yayınevi: İletişim Yayınları
Basım Yılı: Nisan 2012
Sayfa Sayısı: 105
Puanım: ★★★★★★★★☆☆

14 öyküden oluşan fakat ana karakterlerin tümünün de Tante Rosa olduğu minicik bir kitap bu. Tante Rosa ismini ve kitabın hikayesini Sevgi Soysal, teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak yaratmış. Zamanında yerel olmamakla suçlanan, yabancı ve aykırı bulunan kitabın ilk basımı 1968 yılında yapılmış ve bu yıllarda böylesine marjinal bir kitabın çokça eleştiri almasını aslında normal karşılamak lazım, çünkü Sevgi Sosyal'ın anlatımı ve karakterleri tanıdık Türk yazarlarından çok farklı ve ilginç. Bu nedenle de sevdim bu kitabı.

Tante Rosa, 11 yaşında at cambazı olmayı kafasına koyan hayallerle dolu bir karakter olarak karşımıza çıkıyor ilkin,. At cambazı olamayacağını anladığında rahibe olmaya, rahibe okulundan atıldığında ise evlenmeye karar veriyor. Zorlama evlilik hayatından bunaldığında eşini ve çocuklarını arkasında bırakarak, başka bir kente gidiyor. Mezar düzenleyicisinden, pansiyonculuğa kadar bin bir türlü iş deniyor, kimisinde başarılı olurken, çoğunda çuvallıyor. Asla denemekten vazgeçmiyor, yılmıyor, sil baştan yeni hayatlara başlayabiliyor. Çok farklı, toplumun dışında bir karakteri anlatıyor Tante Rosa. Sanki bir Türkün değil de yabancı bir yazarın elinden çıkmışçasına özgün bir anlatımı ve konusu var kitabın. 

Biz okurlar, Tante Rosa'nın doğumundan ölümüne kadar geçen, çoğu zaman hüzünlü, yer yer komik ve alaycı bu farklı hikayesine eşlik ediyoruz yol boyunca. Tante Rosa özgürlüğüne sahip çıkan, yılmayan, farklı olabilen, cesaret dolu bir kadının öyküsü bir bakıma. Kitabın giriş kısmında hem Murat Belge'nin hem de Funda Soysal'ın yazmış olduğu yazılar Sevgi Sosyal'ı ve Tante Rosa'yı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Tante Rosa ve Sevgi Soysal'ı okuduğum bu ilk kitapla sevdim. ben. Yazarın hiçbir kitabını okumadıysanız, kızının da dediği gibi Tante Rosa iyi bir başlangıç olacaktır. Tavsiye ediyorum.

Beğendiğim Alıntılar:

"Bir süre, insan onu tanımış olanların belleğinde yaşamaya devam eder, bütün 'görgü tanıkları' da bu dünyayı terk edene kadar.. Sonra, yazdıklarıyla ve hakkında yazılanlarla yaşar." (s. 9) Murat Belge'nin Önsözünden

"Sevgi Soysal'ın onu hiç tanımamış kızı olarak benim ekleyebileceğim tek şey, yokluğunun nasıl bir kayıp olduğunu ölmeden iki ay önce çekilen ve bu kitabın kapağından size bakan fotoğrafının bile anlatabileceği annemi, kitaplarıyla en çok da Tante Rosa ile tanıyıp sevmiş olduğumdur." (s. 14) Funda Sosyal'ın Yazısından

"Aynı suluboya kır çiçekleri nasıl tekrar tekrar yapılır?.. Nasıl yaşanır tekrar?" (s. 45)

"Bir insan erken gelen yaşlılıklarından sorumludur." (s. 46)

“Bir elmanın bir meyve olduğu, bir babanın baba, bir savaşın savaş olduğu, bir gerçeğin gerçek olduğu, bir yalanın yalan olduğu, bir aşkın aşk olduğu, bir bıkmanın bıkma olduğu, bir başkaldırmanın başkaldırma olduğu, bir sessizliğin bir sessizlik olduğu, bir haksızlığın bir haksızlık olduğu, bir düzenin bir düzen ve bir evliliğin bir evlilik olduğu, olacağı günler gelecekti, inanıyordu Tante Rosa.” (s. 47)

“Sarhoş olunur, ama sokakta sızılmaz, âşık olunur ama sokakta yatılmaz, doyulur ama sokakta sıçılmaz, sokak gelip geçmek içindir...” (s. 59)

"İnsanları sevmemeye başladı mı insan, insan gibi yaşamayı da sevmemeye başlıyor, insan gibi çalışmayı, kazanmayı, yemeyi, içmeyi, sevişmeyi, ölmeyi." (s. 60)

"Her yeni aşka yeni bir aptallıkla başlarsan sonunda orospudan beter olursun. O bile olamazsın; aşkı tadabilmek gibi satabilmek de beceri ister." (s. 65)

"Gülünç bir ihtilalim ben, kötü bir askeri cuntayım." (s. 66)

"Hayat bir denizdir, yüzme bilmeyen boğulur." (s. 66)

"Tek aptallıklardır akılda kalan. Her insanın kendi aptallıkları, durmadan gülebilmesi için yeterli bir kaynaktır." (s. 66)

"Şu ya da bu çemberin içine girmemiş, girememiş bir bireyin gebermekten başka hakkı olmadığını anladı." (s. 71)

“Bir kadının yaşamında, bir Napolyon'la Rusya dönüşü olmalı.” (s. 84)

"Çıplaktık, yürüyorduk, utanmayı öğrenmemizle unutmamız bir olmuştu, çıplaktık, yürüyorduk. Kimin sınava girdiği unutulmuştu, çıplaklık unutturucudur. Biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardık, kaçmak için. Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için. Neyin olmadığını, neyin olamayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. Tante Rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır." (s. 88)

"Buruşuk yanakları, pörsümüş vücudu, artakalan yaşlılığı, yorgunluğu, faydasızlığı, yalnızlığı bu toprak örtüsüyle gömülmeli, gömülmeli, sonra hop yeniden doğuvermek, yeniden genç, yeni yanlışlıkların başında olmak." (s. 93)

"-Benim ellerim de beyazdı, beneksizdi böyle...
Soruyla baktı yeni Rosa:
-Hangi seçimden,
-Hangi kavgadan,
-Hangi uyanıştan,
-Hangi nefretten,
-Hangi sevgiden,
-Hangi barıştan,
-Hangi savaştan sonra oldu bu?" (s. 96)

9 Ocak 2015 Cuma

Eric Faye - Nagazaki

Yazar: Eric Faye
Kitap: Nagazaki
Orijinal Adı: Nagasaki
Çeviren: Nilda Taşköprü
Yayınevi: Sel Yayınları
Basım Yılı: Haziran 2014
Sayfa Sayısı: 88
Puanım: ★★★★★★☆☆☆☆

Yaşanmış bir olaydan yola çıkan bu kısa romanda, 58 yaşında yalnız yaşayan Shimura-san'ın başından geçen garip bir olay anlatılıyor. Monoton bir yaşamı olan meteorolojist Shimura-san, Nagazaki banliyösünde bulunan evindeki nesnelerin kaybolduğunu ve yer değiştirdiğini fark ederek, bunun kaynağını bulmak üzere evinin içine bir kamera yerleştiriyor ve gizemli bir gerçekle karşılaşıyor. Bin-Jip (Boş Ev) filmini izlediyseniz eğer, bu kitapta da filmdekine çok benzeyen bir konu işlenmiş. Daha fazla detay vererek kitabın gizemini bozmak istemem, zaten kısacık bir kitap olduğundan saat bile değil dakikalar içinde bitirebilirsiniz bunu.

Ben kapaktaki renk cümbüşüne ve içinde geçen Nagazaki kelimesine vurularak aldım kitabı çünkü Japonya'da geçen ve konusu ya da içeriği Japon kültürüyle ilgili olan olan her türlü sanat eserini seviyorum. Yazarın kendisi Fransız olmasına rağmen, Japon bireyciliğini ve kültürünü gayet güzel anlatmış. Kitapla ilgili sevmediğim tek şey sonunun çok belirsiz ve havada kalması ve herhangi bir olaya bağlanamadan sona ermesi oldu, biraz daha uzun tutulup karşı tarafın cevabı ya da bakış açısı verilebilirmiş. Yine de, yalnızlık kokan bu tadımlık kitap hoş vakit geçirmek adına okunabilir.

Beğendiğim Alıntılar:

"Aynı kökten gelen bambuların, yeryüzünde dikildikleri yerler birbirlerinden ne kadar uzak olursa olsun, aynı tarihte çiçek açıp, aynı tarihte öldükleri söylenir."  -Pascal Quignard (s. 5)

"Başarılı olanları hiçbir zaman sevmemişimdir. Başardıkları için değil ama başarılarının, körleşmiş bir Ben'in oyuncağı haline geldiği için. Ne pahasına olursa olsun Ben diye düşünmek insanın sonudur." (s. 61)

"Gündüz vakti düşüncelerimizden sürgün edilişlerinin öcünü almaya gelen kovulmuşlara geceleyin gizli bir kapı, ansızın açılıverir. Biz onları savdığımızı zannederken, gece sahnemizde yeniden boy göstermek üzere Truva Atı'ndan inip ortalığı birbirine katmak için saatin on ikiyi vurmasını bekliyorlardır." (s. 64)

"Belleğini yitirenlere ne mutlu, çünkü mazi ıstırap vericidir." (s.78)

"Anlamın ortaya çıkışı kendiliğinden olmamıştır. Anlam denilen şey, insanlar tarafından yaralara merhem niyetine icat edilmiş ve anlam arayışı insanları ele geçirmiş, zihinlerini bulandırmış." (s. 84)